Gözlerindeki yaşları sildi. Balkon kapısını çekip sinekliği örttü, oturduğu sandalyeyi masanın yanındaki yerine yerleştirdi ve babanın başını aceleyle, ama yine göğsünün üstündeki bıçağın oynamamasına dikkat ederek kapayıp, yanından ayrıldı.
Başaramamıştı; ne onunla yüzleşmeyi, ne de ölüsüne dokunabilmeyi. Onun ölü haline kafa yormaktan, edepli, ağırbaşlı ve nazik bir adam görüntüsünün altında kendisini yaban bırakan, durmadan kabuğuna çekilip kalabalıklar içinde koyu bir yalnızlığın tutkunu yapan şeyin ne olduğunu sorgulamaya da fırsat bulamamıştı.
'Ölülerle konuşulmuyordu.'
Ölünün başında insan kendisiyle de konuşamıyordu.